6 Mart 2010 Cumartesi

Ev halkı...



Şu ana kadar kaldığım yeri ve buradaki insanları anlatmaya fırsat bulamadım. Hayatımın 5 ayını Brüksel'in merkezinde, Komisyon ve Parlamento'nun yakınlarında şirin ve eski bir evde geçirmek de varmış kaderde. Burayı sahiden sevdim; evi, ev arkadaşlarımı, odamı... Kısaca her şeyiyle sevdim burayı (Brüksel'in gri ve buz gibi havası dışında. Kaldığım ev, ev arkadaşlarım, odam... Sanki yıllardır burada yaşıyormuşum gibi.
Ama daha da güzeli ne? Buradaki farklı kültürden, farklı hikayeleri olan insanlarla bir arada yaşıyorsun, onlarla muhabbet ediyorsun... Farkında olmadan hayatının en önemli deneyimlerinden birini yaşıyorsun aslında. Sonra durup düşündüğünde ve şu an benim yaptığım gibi yaşadıklarını yazıya döktüğünde farkına varıyorsun.
Önceki gün bunun en güzel örneklerinden birini daha yaşadım: Normalde her ne kadar evde 6 kişi yaşasak da (ev sahibiyle beraber 7), herkesin aynı anda beraber oturup muhabbet etmesi pek mümkün olmuyor. Ancak eve yeni biri taşındığında âdet olarak ev sahibimizin yemek salonunda toplanıyoruz ve her birimizin pişirip getirdiği veya aldığı yiyecek ve içeceklerle kendi aramızda küçük bir kutlama yapıyoruz. Evvelsi gün bunun ikincisini deneyimleme fırsatı buldum. İlki benim buraya taşınmamla gerçekleşmişti, bu seferkiyse geçen hafta aramıza katılan diğer iki arkadaşın şerefine yaptığımız daha geniş bir kutlamaydı. Şu an evimizde bir İspanyol, bir Fransız-İngiliz, bir İtalyan, bir Kamboçyalı, bir Bulgar ve haliyle bendeniz bulunmakta. Ha bu arada ev sahibimiz de Cezayirli. Görüldüğü gibi "multikültürel" bir ahaliyiz kendi çapımızda. Önceki günkü "hoşgeldin kutlaması"nda, her birimizin yapmış olduğu yöresel yemeklerle de bu gerçeğin altını çizmiş olduk!
İspanyol arkadaşımız "Tortilla" ve "Sangria" yı tatma şerefine erişmeme vesile olurken, italyan arkadaşımız ise yapmış olduğu "Bolognese" soslu makarna ile soframıza ayrı bir renk kattı, bu arada ev sahibimizin yapmış olduğu tavuk, buharda brokoli ve tatlı-tuzlu (armut, roka, domates, midye, elma vs. ihtiva eden salatayı da unutmamak lazım :) Ben mi ne yaptım? Kolay ve leziz salatamız: Kısır! :) Ama beğendiler hani.
İşte bu zengin ve renkli soframız, yine renkli sohbetleriyle bu kocaman ve yaşlı evi canlandırmayı layığıyla başardı diye düşünüyorum.
Bir de evin en küçüğü olarak beni sinir etme konusunda sınırları zorlamasalardı daha iyi olacaktı. Gaston mu?!
Akşam eğlencesinin ardından bulaşık faslıyla geceyi sonlandırdık ve sabahın kör karanlığında uyanmak üzere odalarımıza yollandık.
Eğlenceli, renkli, farklı bir ev bizimki! Erasmus dönemimi böyle bir evde geçirdiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Ne mutlu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder